Hey yârenler; kalemim geldi aşka;
Bir dinleyin; bizim eller bam-başka…
Gördüklerim… Sayabilseydim keşke…
Kalemde mürekkep tükenir; yetmez…
Biter ömür; sözlerin ardı bitmez…
Gözün açan; yatırırlar beşiğe;
Yıl dolmadan apıldarlar eşiğe..
Ertesi yıl, eli tahta kaşığa;
Uzanır; eklenir sayı kazana…
“Kazanmak”la başlar söz; kız-kızana…
Ocak başı üstünde bakır kaplar;
Kalaycı bir yılda uğrar; kap toplar..
Avluda, bahçede oğlaklar hoplar;
Yürümeyi bilen oğlak güderdi,
Yedeğinde; at, eşeği yederdi…
Sabah, derin uykusundan uyanan;
Üstün giyip; darabaya dayanan;
Doğan günün boyasıyla boyanan;
Testi elde; pınar yolun tutardı;
Testisin kor; su sırasın kapardı…
Konu-komşu çamaşıra konardı.
Halı, kilim, musluklarda yunardı..
Köyüm içi, adım başı pınardı;
Hayal oldu gitti, pınar başları;
İzler silindi; kalmadı taşları…
Sünnet bayrağını; enişte çeker;
“Veysel-Kârânî’yi”; inişte çeker;
“Dostu-Yârânî’yi”; genişte çeker..
Önde bayrak; dost-u yâran arkada;
Dolaşır; mutlak uğrarlar; parka da..
“Bak! Bak; tavanda sıçan var” der-demez;
Çocuk nasıl kesildiğin fark etmez..
Sünnetçi Ali bu; akıldan gitmez;
Şıptak kanı keserdi döktüğü toz..
Tozun sırrın göremedi hiçbir göz…
Her gün odun istenirdi okula;
“İnce mi, kalın mı?” diye bakıla..
Unuturduk; bazen gelmez akıla;
Tuttururlar tekrar evin yolunu,
İnceyle, değiştirirler kalını…
Önlüğümüzün adıydı: karaca..
İlk okul beşte başladık oruca..
Öğrenci var; on dördünden irice;
“Yasak!!” derler; biz orucu seçerdik…
Oruç için okuldan da kaçardık…
Kirman elde; ebe yünü eğirir,
Sağım vakti; inek, damda böğürür,
Çam teknede aba hamur yoğurur…
Ne hoş idi kara fırın ekmeği,
Ocak başta pişen çömlek yemeği…
Zemheride kar, fırtına azardı..
Anam, delik çorapları gözerdi;
Delikler çok; gözemekten bezerdi…
Yün çorabı giyen ayak üşümez…
Naylon çorap çıktı; yüzler ışımaz…
Sele idi, bağ bozandı, sepetti;
Kâh yılgından, kâh fındıktan üretti;
Dudu Hasan Dayı, ömrün tüketti;
Öre-öre ağız bağın bağlardı,
Muhabbeti; paslı yürek yağlardı…
Yük ağmasın; sıkar idik kolanı.
Dağ aşağı, gerer idik palanı,
Örükleyip; engellerdik talanı.(!)
Dağın-bağın kahrın çekti eşekler…
Günah artırmada; tekti eşekler..(!)
Köfeyi; beygire, sarmak için biz:
Tille alırız; koyarız alta, diz;
Urganı; çatmaya dolar; çekeriz…
Günü geldi; güç; yüklere, yetmedi…
Çekilenler; hiç aklımdan gitmedi…
Bağ bozanla; güzün, bağlar bozardık..
Şarpanaya üzüm koyup; ezerdik..
Pekmez toprağıyla, şıra süzerdik..
Kış azığı: küpte; pekmez-bulama..
Bulamayı; şimdi, gel de; bulama…
Döner dolap; suyla dolar yalaklar;
Çok dolunca, deşilirdi yolaklar;
Dolapçı, dolabı, anda salaklar…
Hasret kaldık; iniltiler kesildi…
Dolap nesli; ne de yarân nesildi…
Güz gelince; ayvasıyla, narı var.
Kış ortası; gün açımlık karı var..
Ocak başlarda; ateşin harı var..
Pınarbaşı’nda kayardık kızağı;
Pek çokları, bulamazdı kazağı…
Sabah sofrasında; tarhana aşı;
Karın doyurmada; bulunmaz eşi..
Tarhanasız, bitmez; garibin kışı…
Bir sahana; dokuz kaşık sallardık;
Biber salçasıyla; rengin allardık..
Yağlık için; haşhaş, susam ekerler;
Yağcıların yağhanede çekerler..
Kandillerde; bebe yağı yakarlar;
Ne, yağcılar kaldı; ne de, o yağlar;
Anar durur, tadını bilen sağlar..
Ramazanda; top atardı korucu..
Topla beraber; açardık orucu..
“Bu ayda ölene gelmez sorucu”;
Derdi; müezzinlerimiz; câmide;
Azı kaldı; çoğu şimdi, fânide…
Korcu Kadir, bir de; Tayırdak Ahmet;
Hakkın verirler davulun; yok, töhmet..
Rahmetli oldular; eylesin rahmet;
Rahmân, onlara ki; gündüz, korurlar;
Ziyankârı; dağda-bağda bulurlar..
İftar açardık caminin avluda.
Şeker verirler; giderdik mevlide.
Dede-baba; ardı sıra, oğlu da..
Minareye çıkar kandil asardık..
Uzun günler, ne de yaman susardık..
Ahmet, Üsen Bakkal; sergi açardı..
Bayram gelir; millet, urba seçerdi.
Terziler; durmadan, pantul biçerdi..
Takım elbisenin, şapkası vardı;
Şapkasız gezeni; köylü, kovardı..(!)
Bayramımız; bayram idi, çoklukta…
Bölüşmenin tadı vardı; yoklukta…
El öper; harçlık alırdık kıtlıkta..
Günlere böler; gezerdik akraba..
Bayramın, son günün adı; “Hatçaba.”(!)
Bayramlarda, büyük eli öpülür..
El öpen ellere, harçlık dökülür..
Dargınlıklar, yüreklerden sökülür..
Çocuk gönlü; beş kuruşa gülerdi..
Gücü yetse; beş kuruşu bölerdi.(!)
Bakkal Dede, beş kuruşları görür;
“Ceviz kapçığı doldurmaz” der; yürür;
Bir tek lokum; ya da, bir şeker verir…
Çocukluk ya; bir lokuma değerdi;
Bir lokum tat; ne bulunmaz değerdi…
Birinci gün; ikindiyi kıldıkta;
Bayram eder, mevtamız; mezarlıkta;
Zengin-fakir, büyük-küçük birlikte;
Dinleriz Yâsini; İhlâs okuruz;
Mezardan mezara mekik dokuruz…
Lafçı Ahmet Dayı; okurdu ezân;
Duyunca, ne mümkün; yatağa uzan..
Dinleyen; namaza gösterir; özen…
Denizli horozu gibi şakardı;
Seher vakti; köy; camiye akardı…
Başlar ezân; yorgan, üstten atardık;
Abtest alıp; câmi yolun tutardık;
Birlikte, kapı dibinde biterdik…
Uzun-uzun okunurdu ezânlar;
Hasret kaldık; yâda düştü, hazânlar…
Sabah câmisinden çıkan; kahveye;
Varır, kurulurdu; tahta peykeye..
Masa bulamazdı; kalan, arkaya…
Kahveci; şafakla, fırlar; uçardı;
Sabah ezânıyla, kahve açardı..
“Alpat muhabbeti” derler; yapardık;
Muhabbetten nice hisse kapardık;
Helâl sözden, ara-sıra sapardık..(!)
Gelsin çaylar; posta-posta; masaya;
Çay parası; selam versin kasaya…!
Cuma salâsı verilir-verilmez,
Tarlada, bağda, bahçede durulmaz;
Yoksa; namaza vaktinde varılmaz…
Namaz vakti, kahvelerde durulmaz!!
Kahveci, câmide; kahve sorulmaz..!
Kahveye; oyun kâğıdı konulmaz.!
Kumar masasında; ahbap soyulmaz.!
Aile sağlam; temeli oyulmaz!.
Açıldıkta; koyan, koymuş kuralı;
Çatlak seslere; olunmaz; oralı..(!)
Dallı Dayı’nın kantarı; terâzi;
Milim tartar; yoktur hiç-bir arazı;
Kırk yıl çekti; görülmedi marazı;
Kim bilir, nerdedir şimdi? Bilinmez;
Köy Halinde bıraktı iz; silinmez…
Tilkiler; “Çalcıbayır’da”; pavuklar..(!)
Tüneklerde, gıraklıyor tavuklar…
Sansar için; kapanlanır, kovuklar..
Ne tavuklar kaldı, ne de tünekler;
Sansar, tilki; uzaklarda pinekler..(!)
Sığırların, salım yeriydi kıraç.
Koca Yaşar; ne mazlım bir sığırtmaç.
Son demlerde, çıkamaz oldu yamaç..
Her yaz mevsim; göçer sığır Mahal’a..
Mihal’mış; Mahal demişler Mihal’a.
Gruplarla, gece, ders çalışırdık;
Sıra-sıra evleri dolaşırdık.
Karanlık sokaklara alışırdık.
Gelir çaylar; yalnızca iki bardak;
Verilmezdi; istesen, eki bardak.(!)
Zenginin evinde yanan; löküstü..
Beş numara gaz lambası; lüküstü..!
Cereyan lafı; duvarda akisti..
Sokak lambaları yandı, gelince;
Yetmişlerdi; boğdu bizi sevince…
Soba yanında oturan yanardı;
Cam kenarında soğuktan donardı;
Ortada kalanlar, derse kanardı..
Yeniler, ne bilsin böyle halleri;
Yanmak-donmak yok; hamd etsin dilleri
Kıraç Dutluğu’na, yayılır çerçi.
Çerçiden görülür evlerin harcı.
Zeldari kakıyla ödenir borcu!..
Hayâlimde, silik izleri kaldı;
Şimdi, yerlerini bakkallar aldı..
Bezirgan Dayımız vardı; Gedizli;
Beygiriyle, köy-köy gezerdi; hızlı;
Nazilli, kaşmir satardı; pek nazlı..
Parası olmayan aldı; veresi;
Gelmedi; defterde kaldı gerisi..(!)
İnek güderken, tutardı; bikelek.. (böğelek)
Nefes yetişmez; kalırdık; bakalak.(bakarak)
Köyün yolunu tutardık; akalak..(akarak)
Ne inek var; ne de ahır kapısı;
Oda oldu; say ki, hemen-hepisi…
Harmanda; öküz ağzında bağ olmaz..
Harman yerimiz, düzdedir; dağ olmaz..
Sabah çiyinde sürmesi, yeğ olmaz…
Gün ortası dönmek gerek; harmanda;
Dil kurumsar; derman bulur ayranda…
Beygire, tebelleş olunca geven;
Kayış atar; çarktan çıkardı düven..
Ağzı bozuklardı; “çarkına” söven!..
Kalmadı; göçünce, at ve öküzler;
Küfür sözü; duyan; yolda tökezler.(!)
Kosa ile biçerdik, yonca otu;
Deste yaptık; sardık Emmi’nin atı..
Semer; vurmuş bele; keçesi katı..
Semerci Dayı da; kayboldu, gitti..
Semerlenmiş atların, çağı bitti…
Hayatta, olmadı; evde beşiği;
“Kançolos İsmel” derlerdi; eşeği;
Anırır dururdu; yoldan aşağı;
“Çukurharmanlar’da” izi kalmadı;
Göçüp gittiler; yerleri dolmadı…
İmnes Dayı; doru atın süslerdi;
Tüfek atar; gittiğini seslerdi;
Söğüt, Yörük Bayramına yaslardı…
Döner akşam; öttürürdü kavalı;
Önce; içli, sonra; oyun havalı..(!)
İki imam, iki korcu, bir muhtar;
Biri hatıp, biri sucu; bir karar;
Maaşların; köy sandıktan alırlar;
Kimi madde, kimi manâ korurlar;
Gereğini; arar,sorar, bulurlar…
Alefendi imiş; umum kâtıbı;
Hatıp Hoca; Cuma, hutbe hatıbı;
Koca câmi; haftalık, muhatabı;
Hutbelerin, deste yapmış; “Bende”dir…
Umulur; Berzah alemde handedir…
Köyün tellalıydı; nâmı: “Kavallı”;
Haraç-mezat mal satar; sözü; ballı..
Yokuş çıkar iken; dinlenir; belli;
Depodan bağırır; “Bükler” duyardı;
İner; “Salaklar Bayır’a” kayardı…
Çift Motorla; Koca Motor çalışır;
İki yerin suyu; anda, çelişir..
Fazla gelen suyu, komşu bölüşür..
Elde kürek; arkçı, arktan ayrılmaz…
Sıra geçen yer sahibi, kayrılmaz…
Yirik Geverinden, tutardık suyu;
Gece ortası; giderdik, ark boyu…
Gündüzünde; mümkün-mola ki; uyu…
Çay Suyu’nda; nice, geçti geceler;
Çilemizi; anlatamaz heceler…
Hem beylerce; hem, razaki üzümü;
Kışta olur, yazda olur kazımı..
Kalemime hüzün verir yazımı:
Yıllar oldu; görmeyeli tımarı;
Tımar yoksa; şamal, nasıl şımarı?..
Kazma-çepin; akşama dek kazınca:
Deli-kanlı idik; kanlar; azınca:
Haz almaya; gençlik çağı hazınca;
Onca yolu, dört nal tarzı koşardık;
Tepelerden; rüzgâr gibi aşardık…
Biz koşardık; yaşlı derdi: “Gençlik vaa;
Şu gençliğin kıymatını bilin haa.”
Konuşurduk: “Bu yaşlılar; ne der yaa?”
Aynı şeyi söylüyoruz şimdi, biz:
“Gelmez gençlik; kıymatını biliniz!!”
Sungucuydu; Ekşilerin Gössenge.(Gülsüm Yenge)
Gelinin, kınasın tutar; çift yenge..
Gelinlikler, çitariydi; renk-renge..
Soldu renkler; kala-kaldık beyaza…
Soğudu gönüller; döndük ayaza…
Damat salınır; patlardı; tüfekler;
Kavlı tabanca atardı; ufaklar;
Sağdıç; damada, açardı; ufuklar:
“Mutlu olun; bir yastıkta kocayın;
Gönül ateşi; tüttürür bacayın..”
Gönüller, bir idi; samanlık; seyran..
Sofrayı, şen eder; çorbayla, ayran..
Evin erkeğine; hanımı, hayran..
En büyük zenginlik idi; kanaat..
Şimdilerde; bulması, zor zenaat.(!)
Yastıklar; çiftlendi şimdi; hânede;
Başlar; yan-yana gelmiyor; tânede..
Ayrı hesaplar; bitmez; vîrânede..!
Araları; aralıyor, paralar…
Yaraları; paralıyor, paralar!!..
Yazma-örtme; kadınımız, örtüsü;
Altta şalvar; olur; ahlâk tartısı;
Dört buçuk metreden olur; ortası..
Kara şalvar-beyaz örtmeli yıllar;
Kadınlar; erkeğe; açardı yollar..
Allı-güllü şalvar; çıktı-çıkalı;
İnce örtme; saç; görünür; tokalı..
Kadın yolda; erkeğe; yol, tıkalı..
Sorgu meleği gelmeden; ayalar..
İnandık: “îmandan gelir; hayâlar.”
Gâşak soğandır; irinin, ufağı;
Para etti mi; attırır şafağı..
Paralanan; hacca atar kapağı..
Beller; çıkartırdık; ak-pak soyardık;
Demet bağlar; demetleri sayardık..
Yöremizde; en çok olur hacısı;
Uzun yoldan; döndüremez, acısı..
Selâm gönderir Nebî’ye; bacısı..
Dilden-dile: İhrâm, tavâf, Arafât;
Yola, hazırlık başladı; yok rahat..
Yukarı Kahve önünden kalkarlar;
Kul hakkını üstlerinden silkerler;
“Solmuş domatesler” gibi bılkarlar..(!)
Hayalde; Kâbe’nin ateşi yanar..
Diller; fâsılasız; Rasûl’ü anar..
Hacılar; karşılanır; “Köy Yeri”nde;
Bilinmiyor başlangıcı; Derinde..
Üşenilmez; yazda, kışın, karında;
Tekbirlerle; eve teslim; hacılar..
Her teslimde; duâ eder hocalar..
Seyyit Yahya, Pir Nûri ve Pir Hasan,
Hacı Hasan efendi; kılmış hasen..
Dedeler, erenlerle; tamdır desen;
Mânevî bekçileridir köyümün,
Harcında; suları vardır; huyumun
Derinine insem sözün; Çıkamam!!
Oluştum ben; toprağından; Kopamam!!..
Sakarya’m akmazsa; ben de akamam..!!
Söz keselim; dinleyenler bıkmasın;
Tadı kaçıp; tadımızdan çıkmasın…
Mâzîyi anarken; yaram; yarıldı…
Kelam bitti; son menzile varıldı!!..
Dallı Mustafa’nın; harcı karıldı;
Usta bizden, çırak bizden, harç bizden…
Suyun içtik; “Su’ya hizmet; borç bizden…
Sarıcakaya – 08.11.2005
Puan:
Yorumlar
Yorum Yaz