İlk cemre düştüğünde,
biraz ürkek, biraz utangaç
tutmuştum ellerini.
Papatyalar açmıştı çam diplerinde,
kırlangıç yavruları uçmanın telaşı içinde.
Gonca yapraklarında çiğ taneleri,
her biri inci büyüklüğünde.
minicik bir elle,
tek tek dizilmişçesine.
Bir avuç pembe bulut içimde.
Alıp götürmüştü beni,
göklerin ulaşılmaz derinliklerine.
Tam da alışmışken
onca yükseklere,
birden bırakıverdiler elimi.
Bir kanadı kırık düştüm yeryüzüne.
Bir Ege yazı mıydı,
yoksa yaz içimde miydi.
Düştü ikinci cemre de.
Nedeni,
Dolunaydan dökülen,
gizemli aydınlıktı belki de.
Gece mavisi bulaşmıştı gözbebeklerine.
Tam, sonsuzluğa doğru
yitip gidecekken içlerinde,
el ele yürüyüp giderken
yakamozların üzerinde,
şaşkın, üzgün, korku içinde
kalakaldık orta yerde.
Kapkara bir bulut,
dolunayı alıp gittiğinde.
Yitik maviler mevsimiydi.
Karanlığa sıkılan,
kör kurşun gibi,
yaşayıp gittiğim günlerde
düştü üçüncü cemre de.
Ne karların beyazı,
ne de havanın ayazıydı
titremeler yaratan, içimde.
Farkedemedim bile.
Serçeler donup kalmıştı penceremde.
Öylesine dalıp gitmiştim ki,
kömür karası gözlerde.
Sönmeyen alevler yanıyordu tenimde.
Ama sönüp gitti işte.
Bir gece ansızın, nedensiz,
sırf kapris olsun diye,
ardına bile bakmadan
çıkıp gittiğinde.
Bölünmüş, parçalanmış,
günler, geceler,
hep, yarım içilmiş
kadehler kaldı elimde.
İlk üç cemre de.
Cemrenin dördüncüsü olmaz deseler de,
düşmeli bir kez daha.
Son kez hiç değilse.
Hem, öyle bir düşmeli ki,
kor ateşler yakmalı tenimde,
yıldızları süpürülmüş gök gibi,
bomboş, kaskatı yüreğimde.
Ak köpük gibi dokunuş olmalı ellerinde,
yedi renk ışımalı gözlerinde,
baktıkça, baktıkça yine,
derinlerine doğru yitip gitmeliyim içlerinde.
Puan:
Yorumlar
Yorum Yaz