Herkesler uyuyordu.
Arabalar, kaldırımlar,
bomboş şişeler, duvarlar..
Şehir bin yıldır yorgun bir adam kadar
derinde uyuyordu.
Mimozalar üşenen güneşe öykünüyordu..
Bir de beyaza,
Parlak, soğuk ve ölümcül..
Doğacaktı kuşkusuz..
Griye dönük bir cıvıltısında suyun
Perdelerin kıvrımlarında saklı eski bir saltanatı
özlemle karıyordu.
Gökte bulut,
bulutta at,
atta balık,
balıkta yürek,
Yürekte yaşlanmış bir çocuk büyüyordu.
Griye dönük bir çığlığında sabahın
Yürek dağların hengâmesine;
kuzeye kayıyordu…
Doğacaktı gün..
Doğacaktı.
Nazlanıyordu..
Bir sulu serzeniş sızıyordu kapıdan, pencereden;
Yılışmalar sızıyordu,
Sahte gülüşler,
sözde masumiyetler…
Kâğıtta bekaret;
kapının ardında mahremiyet
öylece duruyordu…
Philadelphia oldu,
Ve Atlantis..
Ve hatta kapı gıcırtısı..
Ocakta kahvenin kokusu oldu sonra,
Yere düşen uzamış kül;
Kitapta ayraç oldu..
Gürültü oldu kulaklar dolusu
Tarlada başak, aslanda yele oldu.
Koşuşturma oldu nereye olduğu bilinmeyen
Çayın demi, komşunun kedisi,
“Var mıdır nalçaları sevincin?” oldu..
Sığamadı kabuğuna;
gidip Çin Seddi oldu..
(Ex oriente lux…)
Ne güzel oldu..
Puan:
Yorumlar
Yorum Yaz